Çocuk ve Ergenlerde Sosyal Kaygı Bozukluğu tanısı için DSM-V’te belirlenmiş olan kriterler aşağıdaki gibi ifade edilebilir;

  1. Başkaları tarafından detaylı incelenmeye maruz kalınan bir veya daha fazla sosyal durum hakkında belirgin korku veya anksiyete duyma. Sosyal etkileşimlerde bulunma (sohbet etme, yabancı kişilerle karşılaşma gibi), başkalarının önünde performans gösterme (konuşma yapma gibi) ya da başkaları tarafından gözlenme (yeme veya içme gibi) gibi sosyal durumlar örnek olarak verilebilir. Not: Çocuklarda kaygı akranlarıyla birlikteyken de ortaya çıkmalı, sadece yetişkinlerle etkileşim sırasında olmamalıdır.
  2. Kişi başkaları tarafından negatif değerlendirileceği bir biçimde davranmaktan ya da kaygı belirtileri göstermekten korku duyar (örn; aşağılanacağı veya utanacağı, reddedileceği ya da başkalarını gücendireceğinden kaygı duyma).
  3. Sosyal durumlar hemen daima korku veya kaygıya neden olur. Not: Çocuklarda korku veya kaygı, ağlama, tutturma, donma, yapışma, büzülme veya sosyal durumlarda konuşamama şeklinde ifade edilebilir.
  4. Bu sosyal durumlardan kaçınılır ya da yoğun korku ve kaygı ile katlanılır.
  5. Korku veya kaygı sosyal durumda karşılaşılacak gerçek tehlike ile veya sosyokültürel bağlam ile uyumsuzdur.
  6. Korku, kaygı veya kaçınma süreklidir, en az 6 aydır devam etmektedir.
  7. Korku, kaygı veya kaçınma klinik olarak anlamlı seviyede sıkıntıya, sosyal, işle ilgili veya diğer önemli işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.
  8. Korku, kaygı veya kaçınma bir maddenin (örn: ilaç, madde) veya diğer bir medikal durumun fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
  • Korku, kaygı veya kaçınma panik bozukluk, beden dismorfik bozukluğu veya otizm spektrum bozukluğu gibi başka bir mental bozukluğun belirtileriyle açıklanamaz.
  1. Başka bir durum mevcut ise (örn: Parkinson hastalığı, şişmanlık, yanık ya da yaralanma nedenli görünüş bozukluğu), korku, kaygı veya kaçınma açıkça bu durumla ilişkisiz veya aşırıdır.

Performans Sosyal Kaygı Bozukluğu: Korku sadece toplum içinde konuşma veya performans sergileme ile ilişkilidir.

Çocuk ve Ergenlerde Sosyal Kaygı Bozukluğu

Sosyal Kaygı Bozukluğunda korkulan durumlar birçok farklı alanla ilişkili olabilir. Sınavlar, sınıfın önünde yüksek sesle okuma yapma, bir sunum yapma, tahtaya bir şey yazma, beden dersi öncesi ve sonrası kıyafetleri değiştirme ya da duş alma, okul koridorlarında yürüme gibi durumlar korku ve kaygının nedeni olabilir. Okul dışında, bir partiye gitme, akranlarla konuşma, bir sohbeti başlatma ve sürdürme, ilgilendiği kişiye duygularını açma, flörtleşme, telefonda konuşma veya bir tanıdıkla konuşma gibi durumlar da sosyal anksiyeteye neden olabilir.

Sosyal anksiyeteye sahip kişilerde negatif değerlendirilme, başarısızlık, aşağılanma, utanma ve yetersizlikle ilişkili düşünceler belirgindir. Bu düşünce tiplerine örnek olarak “bu sınavı geçemeyeceğim, herkes bana bakıyor, ya yanlış bir şey yaparsam, insanlar bana gülecek, herkes benim tuhaf olduğumu düşünecek” verilebilir.

Bu kişilerde bu tarz düşünce tiplerine ek olarak özellikle korkulan sosyal durum sırasında ve öncesinde çeşitli fizyolojik belirtiler gözlenir. Bunlar taşikardi, titreme, kızarma, terleme, bayılma hissi, baş ağrısı ya da mide ağrısıdır.

Negatif düşünceler, korku, kaygı ve bunlara eşlik eden fizyolojik belirtiler nedeniyle kişi sıklıkla korktuğu sosyal durumdan kaçınır; örn; okuldan kaçar, partiye gitmez gibi. Bazen de tanıdığı kişiyi görmemiş gibi davranır, göz teması kurmaz, kısık sesle veya az konuşur, alkol veya madde kullanır (sosyal durumla başa çıkmak için).

Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde depresif belirtiler, rutinler değiştiğinde strese girme, az arkadaşa sahip olma ve yaşıyla ilişkisiz ilgilere sahip olma gibi özellikler de gözlenebilir.

Epidemiyoloji

Prevalans

%1,6-7,3 arasında görülme sıklığına sahiptir. Kızlarda prevalans %9,5 kadar yüksek olabilir. Klinik örneklerde %40 oranında görülür.

Cinsiyet

Toplum örneklemlerinde kızlarda daha sıktır. Klinik örneklemde eşit cinsiyet oranları göze çarpar.

Başlangıç Yaşı ve Gidişat

Çoğunlukla ergenlik yaşlarında başlar. Kronik bir gidiş gösterir, spontan remisyon oranları düşüktür. İyileşmeyi olumlu yönde etkileyen faktörler arasında; yüksek eğitim seviyesi, 11 yaş sonrası başlangıç ve başka komorbid durumların olmaması sayılabilir.

Komorbidite

Sosyal kaygı bozukluğu sıklıkla diğer mental bozukluklardan önce tabloya hakimdir. Birlikte görüldüğü mental bozukluklar arasında; diğer anksiyete bozuklukları, duygudurum bozuklukları, madde kullanımı, dışavurum bozuklukları, selektif mutizm, yeme bozuklukları ve okul reddi sayılabilir.

Kronik gidişat nedeniyle ergenlikte normal sosyalizasyon işleyişini bozabilir, düşük akademik başarı ve düşük yaşam kalitesine neden olabilir ve ergen gebeliği riskini artırır. Yetişkinlikte ise, iş arama ve bulmada zorluk veya profesyonel iş performansının düşük olmasına neden olabilir, kapasitesinin altında işlerde çalışma, daha az terfi alma, gelirinden, arkadaşlarından ve boş zaman etkinliklerinden memnun olmama, yakın ilişki kurma zorlukları yaşanmasına neden olabilir.

Sosyal kaygı bozukluğunun ortaya çıkması ne kadar erken yaşta olursa o oranda kronik ve şiddetli seyreder.

Genellikle sosyal kaygı bozukluğu olan ergenler yardım için kendileri başvurmazlar, diğer kişiler tarafından tedaviye yönlendirilirler.

Etyoloji

Sosyal kaygı bozukluğunun ortaya çıkmasında genetik ve çevresel sebepler etkileşim halindedir. Biyolojik faktörlerden “davranışsal inhibisyonu” olan kişiler (aşırı temkinli, yeniliklerden endişe duyan kişiler) daha fazla risk altındadır. Bu mizaç özelliğinin üzerine, ailenin kontrolcü ve invaziv olması, ya da sosyal kaygısı olan bir anne-baba ile yaşama, sosyalleşme dönemlerinde kısıtlanma veya travmatik deneyimler eklenmesi bozukluğun ortaya çıkmasına neden olan çevresel sebepler arasında sayılabilir.

Sosyal kaygı bozukluğunun oluşumunu açıklamada 1995 yılında Clark ve Well tarafından geliştirilen psikolojik model halen geçerliliğini korumaktadır. Bu modele göre sosyal kaygı bozukluğu oluşumunda genetik yatkınlıklar ve önceki yaşam deneyimleri etkileşim halindedir. Bu yatkınlık ve yaşam deneyimleri kişinin kognisyonlarında spesifik bir takım koşulsuz inanışların, koşullu inanışların ve katı kuralların yerleşmesine neden olur. Sosyal kaygı bozukluğuna spesifik negatif kognitif işlemleme, kişi sosyal duruma maruz kalmadan önce çalışmaya başlar (anticipatory processing). Yaşanacak sosyal durumla ilgili sürekli bir zihinsel uğraşı başlar, bu zihinsel uğraşı, sosyal durumun negatif sonuçlanacağına dair olduğu için çoğu zaman kaçınmaya neden olur. Yani kişi, o sosyal duruma girmekten kaçınır.

Bazen de istemese de o sosyal durum içerisine girmek zorunda kalır. Kişi bu durumu, sosyal bir tehlike olarak algılar, bu sırada da kognitif işlemlemesi devam eder, fiziksel belirtiler oluşur, kendine daha fazla odaklanır ve bazı güvenlik arayıcı davranışlar uygular. Oluşan fiziksel belirtilerinin fark edileceği ve bunun daha fazla yetersiz görülme ve negatif değerlendirmeye neden olacağı düşünceleri kognitif ve fiziksel belirtilerin daha fazla artmasına neden olur. O sırada kişi çevrede neler olduğuna değil, kendisinin ne düşündüğüne, nasıl hissettiğine ve nasıl fiziksel belirtiler gösterdiğine odaklanır.  Bu kendine odaklanma hali o kadar şiddetlidir ki kişi o anda başkaları tarafından nasıl görüldüğüne dair abartılı görsel bir imaj oluşturur (gözlemci perspektifi).

Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişi, algıladığı sosyal tehlike içerisinde bazı güvenlik arayıcı davranışlar kullanır. Örneğin; ne söyleyeceğini çok dikkatlice düşünmek, elleriyle yüzünü kapatmak, fazla konuşmamak veya diğer kişilere bakmamak gibi. Ancak bu güvenlik arayıcı davranışlar sorunun devam etmesine neden olur.

Sosyal durum bittikten sonra da sosyal durumla ilgili kognitif işlemlemesi devam eder. Sosyal durum içerisinde neler yaşandığını, nasıl hissettiğini, başkaları tarafından nasıl görüldüğü ya da neler düşünüldüğü üzerine düşünmeye devam eder. Sosyal durum öncesi ve sonrası kognitif işlemleme, sosyal durum içerisinde kendine yönelmiş dikkat ve güvence arayıcı davranışlar devam ettikçe sosyal kaygı bozukluğu devam eder.

Sosyal kaygı bozukluğunun kavramsallaştırılması ve tedavisinde yol gösterici olan bir diğer psikolojik model Kabul ve Adanmışlık Terapisi temellerine dayanır. Kabul ve Adanmışlık Terapisi üç kavramın üzerinde durur. Bunlardan biri kognitif füzyon denilen düşünce ile gerçeğin aynı olduğunun düşünülmesi, aklından geçenin doğru kabul ederek devam edilmesi; diğeri deneyimsel kaçınma, içsel negatif hislerden kaçınma ve üçüncüsü ise kişisel değerlerin, hedeflerin ve yaşam amaçlarının önemine vurgudur. Sosyal kaygı bozukluğu psikoterapisinde Clark ve Well’in modeline ek olarak kendini, içsel negatif duygularını kabul ve onlarla kalabilme kapasitesinin geliştirilmesi de terapinin iyileşmeye olan katkısını artırmaktadır.